15 Şubat 2024

İç dökme

 Annemin hastalık süreci ve ölümü hakkında düşünmemeye çalışıyorum o günlerden beri. Çünkü baş edemiyorum. O yüzden yok sayıyorum. Ama sanırım artık birazını anlatıp anlatıp atmak istiyorum kafamdan ve yüreğimden zehiri. 

Beynindeki tümör alındıktan sonra kemoterapi sürecinde kan değerleri düşük olduğu için hastane yatışı verilmişti. Ve ailece sırayla yanında kalıyorduk. O günlerden birinde ailede sonradan görmüşlüğü ile bilinen bir çift akraba annemi ziyarete gelmişlerdi. Ve ziyaretleri boyunca erkek olan kendisinin de başının zaman zaman çok ağrıdığını, annemin başının ne kadar sıklıkta ağrıdığını, hastalığını nasıl anladığını sorarak bu ziyareti kendi korkularını hafifletmek için kullanmıştı. O kadar nefret etmiş onları oradan o kadar çok kovmak istemiştim ki… Ki sonrasında kadın olanı daha da nefretlik bir olay yapmıştı ki onu anlatmaya hala hazır değilim. Şimdilik adamı def edelim kafamızdan…

21 Temmuz 2023

 Merhaba


Eğer hala orada birileri varsa... Ellerime bakıyorum yazarken, yazmaya çalışırken. Nasıl özgüvenliymişim buraları kelimelerle doldururken. Bu blogu açtığımda nasıl da minnoş bir hayatım varmış. Nasıl da bebeksi dertlerim varmış. Bu demek değil ki uber dertlerim var şimdi. Ama yine de bir sürü şey oldu. Ve ben her zamanki gibi bu pandora kutularını açacak kadar yürekli değilim. 'Oysa ben bu gece yüreğim elimde sana bir sırrımı söyleyecektim...' Onun yerine izlediğim filmleri yazayım, yazmayınca çoğu şeyi unuttuğumu fark ettim. Belki de yaşanmışlıkları yazmamanın nedeni bu unutma isteği.


Ne diyorduk filmler. İlk bahsetmek istediğim film: 2003 yapımı Kahve ve Sigara,  yönetmeni Jim Jarmusch. Ben bu yönetmenin filmini ilk kez izledim. Kısa kısa farklı ünlülerin olduğu onbir bölümden oluşuyor. Sanırım tüm buluşmalardaki ortak nokta anlamsız ilişkilerimizle yüzleşme sağlaması. Herkesin herkesten bıkmış olması. Ama yine de buluşmaktan geri kalmayışlarımız. Instagram sayesinde herkesin, herkesin hayatından haberi var sürekli naklen yayındayız. Fikrimiz zikrimiz ortadayken buluşunca konuşacak ne kalıyor ki geriye. Sadece zaten fotoğraflarını görmüş olduğumuz hayatların bir geniş özetini yapmak. Herkesle aynı değil elbette çünkü konunun asıl açıldığı yerler hiç konuşmadıklarımız olunca o zaman tadına doyulmaz sohbetler ortaya çıkabiliyor tabii bu da zor yakalanan bir ilişki örneği oluyor. Bu kısa filmlerden bazılarında kahkaha attım bazılarından sıkıldım ama mizahı çok güçlüydü iyi ki izlemişim.



Bir başka film ise bu sene hayatıma giren kişiliğini,duruşunu çok sevdiğim çok donanımlı birinin tavsiyesiydi. Yalnız bir avcıdır yürek/ the heart is a lonely hunter. Onun yönetmeni de Robert Ellis Miller.



Sağır ve dilsiz bir adam var başrolde inanılmaz hümanist ve belli ki hayata tutkun. Aslında kitap olan bu filmde içiçe geçen bir sürü önemli mesele işleniyor ama bana en çok yer eden. Kendisi gibi sağır ve dilsiz olup bir de yeme bozukluğu olan arkadaşına gösterdiği ilgi ve büyük hoşgörüydü. Çünkü ben başka bir insanın -ki bu insan çok yakınım da olabilir-toplum içinde hoşa gitmeyecek olan davranışlarını sineye çekemem, aşırı reaksiyon gösteririm. Belki ondan sonra hiç görüşmek bile istemeyebilirim. Sevmediğim bir özelliğim. Ama kahramanımız inanılmaz sabırlı o arkadaşına da etrafındaki herkese de çok iyi, çok sevgi dolu. Fakat ah ne fayda ah ne fayda kefen beyaz ah ne fayda diyerek bitiriyorum bu yazıyı. Ani bir son oldu belki ama aşırı hamlamışım yazı yazmakta. Umarım yarın akşam yine görüşürüz:)



13 Nisan 2020

bir günde ikinci post

Bugün yazmalara doyamadım. Çünkü beni çok saran bir film izledim. Böyle beni etkileyen şeylerden sonra kendimce araştırmalara dalıyorum burayı okuyan çoğunuz gibi. Önce ekşiye bakıyorum. Bilmediğim ve beğendiğim oyunculara bakıyorum. Müziklerine bakıyorum. Yönetmenle yapılmış röportajları izliyorum, dinliyorum. Böyle üç saat filan kopuyorum hayattan sanki ödev verilmiş gibi. Tabi bu bahsettiklerimi yaklaşık üç senedir filan yapamıyordum. Başka bir işin öğrenciliğindeydim.

                                                     Film izlerken Garbis çekmiş, hoşuma gitti.


Ama bu evde kalma sürecinde Garbis de işe gidemediği için kendime vakit ayırabiliyorum. Bu da bana inanılmaz bir keyif veriyor. Geçtiğimiz haftadan beri üç tane film izledik. Sondan başa gidersek bugün izlediğim Pelin Esmer'in 'İşe yarar bir şey' filmi ile başlayayım. Kaç zamandır instagramda severek takip ettiğim kişilerin paylaşımlarında görüyordum ama Pelin Esmer'in yönetmen koltuğunda olduğunu fark etmemiştim. Bilseydim hiç bekletmeden izlerdim. Çünkü 11'e 10 kala filmini çok sevmiştim. Ben zaten her zaman hayatın içinden karakterlerin günlük hayatlarını izlemeyi çok seviyorum. Bu filmin yarısı da yol hikayesi olarak geçiyor diyebiliriz. Edebiyat seven, Barış Bıçakçı'yı sever Onu seven de bu filmi sever diyorum:)


İkinci filmimiz bir dedektiflik hikayesi, zengin aile büyüğü verilen bir yemek sonrası ölü bulunur evlatları, torunu tombalağı herkes evdedir o gece peki onu aralarından hangisi veya hangileri öldürmüştür. Keyifli bir akşam filmi.

İlk izlediğim ise tamamen rastgele bulduğum bir netflix filmi. Çünkü herkesin aynı anda aynı şeyleri izlemesine biraz gıcığım galiba. Elbette benim de kesiştiğim şeyler oluyordur çoğunlukla ama çok da tercih etmiyorum. Bunun güzel afişini görünce festival filmi olduğunu anladım. Konuyu da kendimce ilk dakikalarda çözdüm sandım. Ama yanıldım. Film çok başka bir yere aktı. Şimdi yönetmenin adı neydi diye bakarken ki adı Taika Waititi imiş. Bugün izlemeyi programladığımız Jojo Rabbit filminin de yönetmenin o olduğunu fark ettim. Hayatımdaki bu küçük tatlılıkları seviyorum:) O filmi de afişi güzel geldiği ve konusu 2. Dünya Savaşıyla ilgili olduğu için seçmiştim. Çünkü yine afişten dolayı gözüme sanatsal gelmişti. Ben bu sırf bu sebepten izleyebilirim, konusu itibari ile de Garbis'i de düşünüyor olurum diye:)




Ne yazdım be! Yazamadığım günlere inat bir günde iki post. Sağlıcakla kalın.

yaşama sevinci

Doktor, kardeşime ve bana annemin kötü sonuna hazır olmalısınız demişti. Babam da yoktu yanımızda üstelik. Nasıl da bizim gibi küçük çocuklara güvenip bunu bize söylemişti. Biz kimdik ki...Bunu söylediğinde annem yürüyordu, duşunu alıyordu. Çok iyyidi sadece kan değerleri kötüydü o kadar. Ama geçecekti. Geçmedi. Her gün bir şeyleri yapamaz oldu. Kalkamaz, tuvalete gidemez ve en son konuşamaz hale geldi. Her şey inanılmaz derecede kötüydü. Tarif edilemez boyutta kötü bunu anlatmanın bir yolu yok bunu ancak yaşayanların bilebileceğini düşünüyorum belki bir de yazarların çünkü -ben bunları anlatmayı sevmem ama bu yazıyı yazmaya beni iten şey- az önce izlediğim Pelin Esmer'in 'İşe yarar bişey' filminde Cortazor'un bir hikayesini anlatıyorlardı. Ölümü kurtuluş gören bir adamın sarı bir çiçek karşısında hayret ve hayranlık içinde kalması. Bunu duyduğumda çok sarsıldım çünkü hastane bahçesinde sinir krizi geçirdikten kısa bir süre sonra hastane peyzajı içine yerleştirilmiş topraktan fışkıran çiçekleri görünce tam olarak aynısı hissetmiştim. Annem ölüyordu, dünyam kayıyordu ama gürül gürül bir hayat akmaya devam ediyordu. O nasıl güzel bir çiçekti, ölürsek biz de bir daha göremeyecektim onu. Ve evet ölecektim bugün annem yarın ben. Gerçekten öyle bir şey varmış. Yalnız askerler ve yaşlılar değil sıradan insanlar da ölüyormuş. Ama ben gurbette bir başımayken ne kadar da istemiştim bazen ölmeyi ya da öyle sanmışım ne budalaymışım. Yaşama arzusu ne denli büyükmüş içimde. Bunu görmek ve bu sefer de ölmekten korkmanın eşlik ettiği günler. Hayat tuhaf bir deney tahtası ama öyle güzel ayarlanmış ki her şey biz sıradan ölümlüler için. Şimdi yine benzer günler bir hastalık var ama bize gelmeyecek, gelmez ki değil mi:))

Üç film izledim geçen haftadan beri onları yazacaktım ama bu çıktı iyi ki de çıktı bazı acıları bir nebze bile konuşabilmek ilaç. Eğer dinleyenler acılardan beslenmiyorlarsa.

03 Nisan 2020

deneme bir iki



Yeni kayıta bastı ellerim ama kafamda ne var hiç bilmiyorum. Yazmayı ellerime bıraktım. Çayımdan bir yudum aldım. Bu sayfadan bugüne kadar ne ruh halleriyle ne heyecanlarla geçtiğimi düşündüm. Sanırım aktif  yazdığım yıllar hayatımın en pembe yıllarıymış. Ama bu konuya girmek istemiyorum. Hayat hepimiz için özellikle de bu dönem ekstra zor. İyi şeyler görmeli iyi şeyler duymalı bu zamanlarda insan. O yüzden eskisi gibi neler okuduğumdan, neler izlediğimden ve dinlediğimden bahsedeceğim bir süre umarım en kısa zamanda gezmelerden görmelerden de haber gelir.

Okumalara gelince elimde beş altı kitap gelip geçiyorlar. Zaman bahanesi yok artık hiçbirimizde belki problem başka yerlerde. Sanırım elimizdeki telefonlarda. Hele ki böyle kimselerle görüşemediğimde iyice instagrama düşüyorum. Bir de eski belam hay day e sardım. Bir yandan da kelimelik. Elim on dakikada bir telefonda. Geçtiğimiz günlerde elimden düşürdüm ekranın yarısı gitti, evren bana pahalıya mal olan bir mesaj vermeye çalışıyor diye yorumladım.

Yeni yemekler deniyorum herkes gibi. Yeni derken bana yeni tabi:) Pancarı haşlayıp rendeleyip sarımsaklı yoğurtla karıştırdım benim için yüzyılın buluşuydu aklım neredeymiş bunca yıl...Gerçi sarımsaklı yoğurdu neye koysan güzel oluyor ayrı mesele.

İzlemek deyince çernobili izledik. Beş bölümlük mini dizi, yakın tarihimizde yaşanan bu olayın etkileri benim çocukluk dönemime denk geliyordu ve anımsadığım tek şey Levent Kırcalı 'olacak o kadar' parodileriydi. bir aydınlama yaşadım iyi oldu. Garbis de 32. gün de bu konuyu işlediklerini hatırladı. Sonra baktık ki Mehmet Ali Birand patlamaya sebep olduğu düşünülen adamla görüşme yapmış. Etkileyici fırsat bulursam onu da izlemek istiyorum.

En son da Alice Miller okudum. Sizi üzen yakınlarınızı affetmek zorunda değilsiniz. Çoğu  terapistin  nihai hedefi budur. Onun yerine sizin yaralarınızı şefkatle saracak bir terapist bulun ve buna kendinizi mecbur hissetmeyin demiş. Değişik ve rahatlatıcı gelse de insan sevdiğini ne yaparsa yapsın her koşulda her şartta seviyor da sevmediğini de ilk dokunuşta eliyor. Aslında önemli olan sevmek zorunda bırakıldıklarımızı sevmediğimiz için vicdan azabından kurtarabilmek de...bizim az sevdiklerimiz ve bizi az sevenler aynı kişiler değil her zaman maalesef.

O değil de yeşillikleri çok özledik onu ne yapacağız.
 Bir şeyler karaladım burada olan varsa ses etsin mutlu olurum:) Nâzım'la bitiriyorum.

...ağız dolusu gülmeyi unutma hiçbir zaman
İçeride on yıl, on beş yıl,
daha da fazlası hatta
geçirilmez değil,
geçirilir
kararmasın yeter ki
sol memenin altındaki cevahir.


ps:Foto Nagoya'da en çok sevdiğim dükkan Franc&Franc'den. Nereden baksan beş senesi var. Umarım yine gidebiliriz bir gün





20 Haziran 2017

bak yerazness geliyor, selam veriyor:)

Merhaba

Nasıl özlemişim blogumu, tarifi yok. Meğerse ne büyük lüksmüş, kendi başıma kalıp şuraya iki satır yazabildiğim anlar. Canım kızım beş ay on günlük oldu. Onunla ilgili anılarımı yazdığım bir defterim hali hazırda var dolayısıyla burada çok detaylı bahsetmeyeceğim. Burayı beynimin ve kalbimin yüzde doksanını doldurmuş olan bebekli hayattan bir kaçış noktası olarak kullanmaya karar verdim. Ne kadar bağımsız kalabilirim bilmiyorum:)  Ama deneyeceğim. Edebiyat, müzik, film olabilirse seyahat belki biraz resim hakkında yazmak istiyorum.( Resim sanatı hakkında bilgim olduğu için değil yazarak ve anlatarak öğrendiğim için) Ve tabi akıp giden hayatımdan da bir şeyler paylaşmak istiyorum. Buraya söz vermek beni dürtsün istiyorum. 20 Haziran yani bugün itibariyle her salı bir yazı yazacağım. Konu ne olur şimdilik bilmiyorum. Bugünlük bu haftamın gündemini yazayım. Yazmak olayından iyice koptuğum için bugünlük madde madde gideceğim.

*Nora'ya bugün ilk defa bir çay kaşığı yoğurt verdim. (ha neydi, bebekli hayattan bahsetmeyecektim.)
*Bayramda İstanbul'da kalma kararı aldık. Hem evde de yapılması gereken ufak tefek işler var, iyi oldu.
*Fİ'yi herkes gibi ben de severek izledim bitirdim. Sonu çok fazla Black Swan olmamış mı?!
*Bir sürü yarım kalan kitabım var ve bu çok canımı sıkıyor.
*Nora'ya mama sandalyesi alacağız ikea antilop düşünüyorum, burayı okuyan anne varsa fikrini belirtirse çok  memnun olurum.
*Bazı kitaplarımı ayıklamak istiyorum bedava da verebilirim ama gerçekten okuyacak biri olsun istiyorum bir de elden alma imkanı olsun istiyorum çünkü çoğu zaman dışarı çıkma şansım olmayabiliyor.
*Japonya'yı çok özlüyorum.
*İki yüzlü, yanar döner insanları çok kafama takıyorum.
*Deniz Bolsoy Erdem'in Terapi Defteri kitabını sonunda parama kıyıp aldım, pişman değilim.
*Dün akşam film kanalında 'Gelinin Babası' filmini izledim ve ilk defa evin küçük kızı rolüyle eşleştirmedim kendimi artık gelinin annesi olmuştum. Çok tuhaf.
*Sergül geldiği için mutluyum.
*Ceren geleceği için umutluyum.
                                                                              bugün yalnız bu kadar, darılmayınız
                                                                              salı yine gelirim, hoşça kalınız:)

23 Ekim 2016

dolu dolu film festivallerinden tek filmli günlere

Bundan iki hafta önce pazartesi günü çok kıyak bir gün geçirdim. Resmen hayattan bir gün çaldım halbuki eskiden böyle günlerim çok olurdu. Hem de eşimle beraber. Ama işte hayat gailesi dedikleri tam da bu olmalı.

Pazartesi günü doktor görüşmem vardı, oradan çıktım direk taksime. Öğle vaktiydi ve karnım acıkmıştı. Hemen atladım tramwaya doğru Galatasaray'ın oradaki Otantik Ev Yemekleri Lokantasına.
İçeri girdim, üst kat hep sakin olur. Garsona daha merdivenlerde dedim 'sen bana bi karışık otantik tabak hazırla bi de kola, ben tuvalate gidip geliyorum, üst köşe masaya koy'. O karışık tabağa bayılıyorum, keşkek, hıngal ve içli köfte! İnanılmaz keyifli.... Oradan sokağı izledim eskiden ne çok geldiğimizi düşündüm. Üniversitede dersler kaçta biterse bitsin yolumuz oradan eve giderdi:)


Çıktım Mephistoya uğradım. Aslında bir kaç kitap aldım elime incelemek istedim ama bir sandalye koltuk atmamışlar ki rahat rahat bakalım. Çıktım üst katta kafesine oturdum. Çok tatlı çalışanları var. Niyetim film festivali kapsamında seçtiğim filme girmekti. Ama bileti son dakika kapıdan alacaktım o yüzden yarım saat kala kalktım. Yarım saat ayakta bekleyişten sonra, cillop gibi bie yer buldum kendime ve ha-ri-ka bir film izledim. 'Kaptan Fantastik' çocuk gelişimi, okulsuz eğitim olsa nasıl olurdu daha bir sürü şeyi işleyen ve bende defalarca daha izleme isteği uyandıran bir film oldu. Kesinlikle herkese tavsiye ederim, sıkılmadan izleyeceğiniz garanti. O çocukların kültür seviyesi beni yerin dibine soktu. İzleyin derim başka bir şey demem.

Sonra yine bir Mephisto yaptım ama bu sefer kırtasiye bölümüne oradan da eve geçtiğimde mükemmel bir günün sonuna gelmiştim tek üzüntüm bu güzel filmi eşimin izleyememiş olmasıydı. Anlatmamak için kendimi zor tutsam çok başarılı olamadım:) Neyse ki bir hafta sonra internete düştü de beraber de izleyebildik. Sonrası ise bir haftalık grip hayatım oldu. Hayattan yeniden soğudum. Japonya'
dan beri kedi sahiplenme isteğim vardı.  Ama bu hastalık döneminde vazgeçtim. Çünkü hastalandım annem geldi baktı ama ben hastalandığımda kedime kim bakacak:( İşte böyle deli fikirler kafamda, çünkü her şey bitti o kaldı:) Bakalım bu hafta nelere gebe?